22 Nisan 2025 Salı

 İÇİMDEKİ ÇOCUK...



Bende bir zamanlar çocuktum. Her 23 Nisan geldiğinde, içimdeki o heyecan daha da büyür ve hiç bir yere sığamazdım ! Hoş şu anda da aynı hisler içindeyim. Bu duygu benden hiç gitmedi diyebilirim. Benim için Çocuk Bayramı demek, tüm dünyaya “BİZ VARIZ !” mesajını vermek demekti.
🇹🇷
Her yerde rengârenk balonlar bayraklar coşkuyla dalgalanır, bize özel hazırlanan süslü kıyafetler giyilir ve o gün sokaklar kahkahalarımızla çınlardı. Mahallemizdeki bütün çocuklarla birlikte, hiç durmadan şarkılar eşliğinde dans ederdik.
🇹🇷
Bugünü anlamlı kılarak inşa eden Atamıza, yani Anıtkabir’e koşmak, bizi her daim büyülerdi.23 Nisan sadece bir bayram değil, özgürlüğümüzün, hayallerimizin ve geleceğimizin simgesiydi.
🇹🇷
Yüreğinin sesini dinleyen ve coşkusunu hiç bir zaman yitirmeyen o küçük kız, Atasının huzuruna giderek büyük bir heyecanla ona şunları söyledi; "Atam, "İLELEBET SENİN YOLUNDA" ilerleyeceğime ve TAM BAĞIMSIZLIK meşalesini gelecek nesillere taşıyacağıma söz veriyorum"
🇹🇷
Ve yıllar sonra bir CUMHURİYET kadını olarak, çocukken Ata'ma vermiş olduğum sözü tutup, Samsun'dan Ankara'ya "Tam Bağımsızlık" meşalesini, 630 km'lik yol boyunca taşıyarak, tarihe altın harflerle geçmenin onurunu yaşamaktayım.
🇹🇷
Gelecek nesillere örnek olması için bu serüvenimizi, yeni çıkan kitabımda detaylarıyla anlatarak, "İLELEBET SENİN YOLUNDA" dediğim, mavi gözlü dev adama ithaf ediyorum...
🇹🇷
İçindeki çocuğu her zaman yaşatan ve sevgiyle besleyen tüm güzel insanlara selam olsun."23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI" hepimize kutlu olsun...
🇹🇷
Sevtap Kürkçüoğlu
***

16 Nisan 2025 Çarşamba

 HAYATTA KALMAK MI, YAŞAMAK MI ?



"Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak" diyor büyük üstat, Nazım Hikmet.

Ve Tolstoy’da diyor ki,
“Yiyordu, içiyordu, yatıyordu, uyanıyordu ama yaşamıyordu". Tolstoy'un asırlar önce kurduğu bu cümle, şu an içinde bulunduğumuz durumu çok net ifade ediyor.

Bu kısa ama derin ifadelerde, insanın hayatta kalmak ve gerçekten yaşamak arasındaki farkı mutlaka sorgulaması gerektiğini düşünüyorum. Peki, YAŞAMAK nedir ve neden ülkemizde birçok insan yaşamaktan ziyade, hayatta kalma çabası gösteriyor.

Hayatını taksi şoförlüğü yaparak kazanan bir abimiz, bu konuyla ilgili şunları söylüyor; "Çalışıyoruz, para kazanıyoruz, yemek yiyoruz, uyuyoruz ve yeni bir gün için güç topluyoruz, bundan daha güzel bir hayat olur mu"

Ülkemizde birçok insan, ne yazık ki bu abimiz gibi düşünüyor. Nasıl düşünmesin ki ? Çünkü yıllardır vatandaşa empoze edilen hayat bu !!! Oysaki insanı insan yapan şeyler, bunun çok daha ötesinde.

Sen, insanların elinden yaşam haklarını alırsan, onları fakirleştirip yoksulluk girdabına sokarsan, gelişmelerini sağlayan alanlarına sekte vurursan, doğal olarak da yurdum insanı, sadece biyolojik ihtiyaçlarını gidermeyi YAŞAMAK zanneder !

Yaşamak, hayatı dolu dolu kucaklamak, sevmek, keşfetmek, yaratmak, öğrenmek ve anlamlı bir iz bırakmak demektir. Bir insan, tutkularını takip ettiğinde, sevdikleriyle derin bağlar kurduğunda, yeni şeyler öğrendiğinde ya da başkalarına yardım ettiğinde gerçekten yaşamış Olur. Bu tür deneyimler, insana ruhsal bir doyum sağlar ve onun kim olduğunu anlamasına yardımcı olur.

Kitap okumak, sinemaya gitmek, tatil yapmak, güzel bir tiyatro oyunu izlemek ve sevdikleriyle birlikte dışarıda yemek yemek ve daha birçok etkinliğe katılmak her insanın en doğal hakkıdır.

Uzun lafın kısası, mademki ülkemiz şu an böyle bir sarmalın içinde, o zaman hepimizin sorması gereken soruda şu olmalıdır, "Hayatta kalmak mı, yoksa Hayatı dibine kadar yaşamak mı" TERCİH SİZİN..!

Sevtap Kürkçüoğlu
***

9 Nisan 2025 Çarşamba

 MUTSUZLAR ÜLKESİ...




Nereye dönüp baksak, insanların yüzündeki hüznün, çökkünlüğün, acının ve mutsuzluğun, her geçen gün dahada derinleştiğini ve arttığını görüyoruz !


Biz bunu hep birlikte Milletçe yaşıyoruz. Yeni terimle, 'Kolektif' olarak mutlu değiliz ! Tür­ki­ye uzun za­man­dır ha­ya­tı­mı­zı et­ki­le­yen ve ya­şan­tı­mı­za yön veren, tüm de­tay­lar­da or­ta­dan ikiye ay­rıl­mış du­rum­da­. Yani SİZ ve BİZ...

Her iki ta­ra­fın bir­den mem­nun ol­ma­sı­nın artık im­kan­sız hale gel­di­ği bir süreç içindeyiz. Sanki iki farklı futbol takımı gibiyiz, siyahla beyaz gibiyiz, geceyle gündüz gibiyiz...


On bir yaşındaki çocuk, sizinle siyaset konuşmaya ve ülkenin sorunlarından bahsetmeye başladıysa, varın artık gerisini siz düşünün.

*Öğretmen okulunda mutlu değil !
*Esnaf dükkanında mutlu değil !
*Gençler gençliğini özgürce yaşayamamaktan mutlu değil !
*Sanatçı sanatını icra edememekten mutlu değil !
*Taksici arabasında korku içinde mutlu değil !


Yani, “Ko­lek­tif mut­suz­luk” ifa­de­si­ni duy­du­ğu­muz­da, ara­dı­ğı­mız ta­nım­la­ma­yı bul­du­ğu­mu­zun artık far­kı­na var­dık.

Dik­kat ederseniz son zamanlarda, “Ben ya­şa­dı­ğım ha­yat­tan hiç mutlu de­ği­lim” di­yen­le­rin sa­yı­sın­da, ola­ğa­nüs­tü bir artış var. Nasıl olsun ki ? 179 ülke arasında yapılan mutluluk araştırmasında, ülkemiz 22 puan daha gerileyerek, 162.sırada yer almış, inanılır gibi değil !

Özgürlük yok, Adalet yok, Ahlâk yok, Saygı yok, İstikrar yok, İş yok, Aş yok, Güvenlik yok, Mutluluk yok ! Yani Kolektif olarak, hep bir MÜCADELE içindeyiz. O zaman CESARET yoksa, ESARET var..!

Sevtap Kürkçüoğlu
***