24 Aralık 2017 Pazar

''FINDIKKIRAN BALESİ'' 


                             


Ankara Devlet Opera ve Balesi'n de şu an sergilenmekte olan,gerek müzikleri ile bizleri alıp götüren, gerek danslarıyla büyülendiğimiz, dünyaca ünlü ''FINDIKKIRAN BALESİ'nden söz etmek istiyorum. 


Öncelikle bu eserde emeği geçen, başta DOB orkestrasına yıllardır hayat veren tüm değerli dostlarımıza, danslarıyla bizleri adeta uçuran, DOB bale topluluğuna ve tüm ekibe SONSUZ TEŞEKKÜRLER ediyoruz )) 


Eser, ‘'FINDIKKIRAN ve FARELER KRALI’' adındaki bir çocuk hikayesinden ilham alınarak yazılmış...



İlk sahnede, Stahlbaum ailesi evinde bir yılbaşı partisi vermektedir. Çocukları Clara ve Fritz ile büyük bir yılbaşı ağacının altında dostlarıyla eğlenirler. Bir anda gizemli Vaftiz Baba Drosselmeyer çocuklar için bir çuval dolusu oyuncakla ortaya çıkar. En güzel oyuncağı Clara’ya hediye eder. Bu bir Fındıkkıran’dır. Fritz Clara’yı kıskanır ve oyuncağı kırar ama Drosselmeyer onu tamir eder. Parti sona ermiştir. Herkes yatmaya gider ancak Clara, Fındıkkıran’a bir kez daha bakmak için ağacın altına gelir. Kollarında Fındıkkıranla beraber uyuya kalır. 



Gece yarısı yaklaşırken, garip şeyler olmaya başlar. Clara, fare sesleri duyarak uyanır. Oda, bir fare ordusuyla dolmuştur.Başlarında da Fareler Kralı vardır. Clara kaçmaya çalışır, dev fareler yolunu keser. Fakat aynı zamanda odadaki oyuncaklar da canlanmıştır. 



Fındıkkıran’ın komutasında kurşun askerler ile Fareler Kralı’nın ordusu savaşır. Fareler Kralı galip gelmektedir ki, Clara ayakkabısını Fareler Kralı’nın başına atarak onu öldürür ve komutanlarının öldüğünü gören diğer fareler odayı terkeder. 



Savaşı kazanan Fındıkkıran, Clara’ya ayakkabısını geri getirir ve bir prense dönüşür. Beraber başka diyarlara yolculuk etmeye başlarlar, yaptıkları savaştan bahsederler. En sonunda ise, Clara rüyadan uyanır ve kendisini Fındıkkıran’a sarılmış bir şekilde yılbaşı ağacının altında bulur.



Bu bale ilk olarak,1892 yılında St.Petersburg'ta bulunan, Marinski tiyatrosunda sergilenmiş. Ayrıca, ''PİYOTR İLYİÇ ÇAYKOVSKİ'nin'' son bale eseri olması da, ayrı bir önem taşımaktadır.



Hem büyüklerin, hem küçüklerin, zevkle izleyebileceği bu MUHTEŞEM eseri,özellikle görmenizi tavsiye ediyorum )) Şimdiden Herkese İYİ SEYİRLER diliyorum...)) 




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

5 Aralık 2017 Salı

                            

                             TARİH YALAN SÖYLEMEZ 



''Geçmişini bilmeyen, gelecek hakkında hüküm veremez'' Bu güzel ve doğru sözden yola çıkarak, geçmişimizle ilgili ufak bir araştırma yaptım. İnanın bana, hem duygulandım, hem gururlandım, hem de üzüldüm ! Çünkü nerelerden nerelere gelmişiz. Ne demek istediğimi, yazımı okuyunca daha iyi anlayacaksınız...

*
Tarihte ilk defa, 552 yılında TÜRK adıyla kurulan tek devlet,GÖKTÜRK Devleti'dir. Orhun Anıtlarını dikerek, Türk tarihi ve Türk edebiyatının ilk yazılı kaynaklarını oluşturmuşlardır.Milliyetçilik ve vatan duygusu, Fransız ihtilalinden 1000 yıl önce Göktürkler döneminde, en yüksek seviyede yaşanmıştır.Asya Hun Devleti'nden sonra, Türkleri tarihte ikinci defa, TEK BAYRAK altında toplamayı başarmışlardır.
*
Gök tanrı’ya inanan ŞAMAN Türkler, Tengri'nin yani TANRI'nın tek ve yegâne olduğunu kabul etmişlerdir. Onunla rekabet eden ya da alternatifi olabilecek başka bir TANRI yoktur. O tektir, doğumsuz ve ölümsüzdür. Bu bakımdan Türklerin tanrı inancı, tarih öncesi dönemlerdeki inanç sistemleri içerisinde, benzersiz ve eşsizdir.Zira Türklerin dışında hiçbir medeniyet, Hak Dinlerin dışında, tek Tanrılı bir inanca sahip olmamıştır. Mısır tanrı olarak firavunlarını görüyor, Roma ve Batı birbirleriyle mücadele eden, doğan ve ölen tabiat tanrılarına inanıyor, Araplar, Çinliler ve Hintler tabiat güçlerine ve putlara inanıyorlardı. Türkler ise, Tanrının tekliğinden ve rakipsizliğinden hiçbir dönemde ödün vermemiş, onu somutlaştırmamış, hatta simgesel bile olsa resmini çizmemiştir. Bununla birlikte Bozkır kanunları olarak gördüğümüz, Töre/Türe geleneğinde Tengri’nin resmini çizmek, büyük bir suç olmuştur.
*
Türkler, Tengri’nin her yerde olduğunu kabullenir ve onunla iletişim kurmak için, herhangi bir aracıya ve de mekana gerek olmadığını çok iyi bilirler. Bu bakış açısını değerlendirecek olursak, gökyüzü aslında her yerdir. O yüzden her yerde tanrıya ulaşmanız ve ona sesinizi duyurmanız mümkündür.
*
Her şeyden önce Türklerin bir peygamberi ve kutsal kitabı olmamasına rağmen, Türk destanlarında, masallarında ve Anadolu’da yaşamakta olan bazı grupların (Yörükler, Türkmenler, Aleviler, Mevleviler vs) gelenek ve göreneklerinde Türk töresine özgü inançların izlerine, hala rastlamak mümkündür.
*
Ayrıca, farkında olsak da, olmasak da kültürümüzün, yaşayışımızın, gelenek ve göreneklerimizin temelinde Şamanizm ve Tengrizm kökenli davranışlar vardır.Bu davranışlar İslamiyete mal edilmiş gibi görünse de,kökenine indiğimiz vakit, karşımıza ŞAMANİZİM çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse,.Kurşun dökmek,,kırmızı kurdele bağlamak,mezar taşları,dilek tutmak,nazar inancımız,köpek ulumasının uğursuz sayılması,su içerken kafanın elle tutulması,türbelere, ağaçlara,çalılara,bez ve çaput bağlamak,su dökerek uğurlama yapmak gibi daha bir çok davranış, ŞAMANLARA aittir.
*
Doğa, kırlar, dağlar, göller, ırmaklar, hayvanlar, insanlar ve onların ruhları hepsi birliktedir, birlikte yaşarlar. Acun (dünya) ve insan uyum içindedir. Şaman, kam (druide) toplumun ruhsal önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. İnsanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin “soluk, nefes” anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. İnsan tini genelde kuş simgesindedir. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür.
*
Şimdi gelelim, TÜRKLER Neden bir türlü Müslüman olmak istemediler? İslamiyetin karşısında durup, yıllarca araplarla savaşarak mücadele ettiler?
*
Türklerin inanılmaz bir din anlayışı ve gelenek görenekleri vardır.Türk töresi yüksek erdem, dürüstlük, mertlik, onur, KADINA SAYGI ve SEVGİ, yaşlılara itibar ve hürmet ile hayvan ve doğa sevgisine dayanan bir yaşam birlikteliği olarak özetlenebilir. Kadın erkeğin yoldaşı, acundaşı, (dünyası) kutsal ailenin temel direğidir. Kadın ve erkek hep birlikte çoluk çocuk eğlenir, yemek yer, dans eder, saz çalar, şarkı söylerler. Türk kültüründe, EDEBİYAT, SANAT, FELSEFE,ÜRETİM, BİLİM ve İLERİCİ GÖRÜŞ büyük önem taşımaktadır. Bunların gelişmesi içinde, yıllarca emek harcayarak adım adım TÜRK IRKINI daha üst noktaya taşımışlardır.
*
ARAP kültürünün kendi kültürleriyle hiç bağdaşmaması ve değerlerinin bir anda yok olup gitmesine göz yummadıkları için, bu savaşlar ve katliamlar asırlar boyu devam etmiştir. Sonunda İslamiyeti istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldılar, çünkü Araplar binlerce türkü katlederek ölümüne sebep olmuştur.
*
Türkler Müslüman olmakla kendilerine yabancılaşmış, özgün Türk aile düzeni yıkılmış, kadını ikinci plana atan, feodal aşiret kurallarını (çok eşlilik, kölelik, ağır cezalar, cihat, vs ) dayatan gelenek, görenek ve törelerine tamamen aykırı bir dinin boyunduruğu altına girmişlerdir. Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Ömer Hayyam, Yunus Emre, Mevlana gibi düşünür, bilge ve önderler bu dinsel boyunduruğa kısmen de olsa direnmeye çalışmışlar, daha insancıl, daha sevecen ve evrensel bir inanç arayışına girişmişlerdir...
*
Eğer Türkler,Orta Asya’dan eski komşuları Çinliler ve Japonlar gibi eski inançlarına bağlı kalmış olsalardı, kendi Göktürk alfabelerini kullanmaya devam edecek, Türkler de, Çinliler ve Japonlar gibi, bir DÜNYA DEVİ olmayı başaracaklardı.O zaman nasıl bir TÜRKİYE olacaktı ? İleri demokrasinin olduğu, ne açılım saçılım,ne İmam Hatip okulları, ne zorunlu din dersi, ne türban, ne çok kadınla evlenmek, ne çocuk evliliği, ne çocuk gelinler, ne huri ne gılman, ne harem ne selam, ne helal ne haram, ne kafir ne gavur, ne misvaklı diş macunu, ne haşema, ne kara çarşaf, ne saç, kıl, tüy, ne hoparlörlü cami, ne de ılımlı İslam gibi dine bağlı ya da dinsel kökenli sorunlar yaşanmayacaktı.
*
Sanırım hepimiz böyle bir Türkiye'nin özlemi içindeyiz.
*
ORHUN yazıtlarında, TÜRK'lerin bu düzene olan isyanları, şu şekilde dile getirilmiştir.
*
“Bizim onca çabayla kazanılmış, düzene konmuş, ülkemiz ve törelerimiz vardı. Ey Türk Oğuz beyleri, ey ULUS işitin! Yukarıda GÖK yıkılmadıkça, aşağıda YER yarılmadıkça, ey Türk ulusu, senin yurdunu, senin töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu girdiğin o yoldan vazgeç, geri dön, pişman ol! Başı bozukluğundan dolayı, ÖZGÜR ve BAĞIMSIZ yaşadığın yurduna, bilge kağanına ihanet ettin, kendini alçalttın ve değersizleştirdin. Bunu bil ve geri dön ! 




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

Kaynaklar; Encyclopedia Americana, Wikipedia, Türkler Nasıl Müslüman Oldu? Tarihimizle Yüzleşmek: Ahmet Elden, Milliyet yayınları.

25 Kasım 2017 Cumartesi

  • KADIN ŞİDDETİNE SON !


  • Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, 1999 yılında kadına yönelik şiddete karşı toplumda FARKINDALIK yaratmak amacıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararı ile ilan edilen bir gündür....

    Özellikle ülkemizde son yıllarda artan KADIN ŞİDDETİNE DUR demek için, her koşulda tepkimizi gösterip,SESİMİZİ yükseltmeliyiz. Unutma ! Bir insan dünyayı değiştirebilir ....!

    SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
    *****

9 Kasım 2017 Perşembe

KASIM SENİNLE GÜZEL ...







Ben her kasım AŞIK olurum,
Sarı saçlı, mavi gözlü bir EFENDİYE ...
Her sene aynı gün ve saatte buluşuruz onunla,
KASIMIN 10 u ve SAAT 9 u 5 GEÇE ...
Sevgisi MIH gibi işlemiş bir kere yüreğime,
Ne zaman baksam güçlü suretine,
Kaybolur giderim, deniz mavisi gözlerin de ...



SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****

(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

12 Ağustos 2017 Cumartesi

TÜRK İNSANI,NEDEN GERGİN VE SİNİRLİ ?




Bize neler oluyor ? Sokakta, sinemada, lokantada, trafikte, uçakta ve daha bir çok yerde, patırtının olmadığı bir gün geçmiyor.Türk insanı en ufak meseleler yüzünden, kavga çıkartıp birbirini öldürüyor. Peki neden? Türk insanını bu kadar sinirli ve saldırgan hale getiren,acaba hangi sebepler olabilir ?


EĞİTİM ŞART !


KİTAP okuma oranının az olması,eğitimsizlik, kendini ifade etmede sıkıntı yaşamak, kelime haznesinin darlığı, EMPATİ yoksunluğu gibi hususlar,Türk insanının sinirli olmasındaki faktörlerden biri. Bir tartışmada eğer kendinizi yeterince ifade edemiyor, karşıdakini yeterince dinlemiyorsanız bir süre sonra yumrukların konuşması kaçınılmaz oluyor. Türk insanı kendini kelimelerle ifade etmeyi öğrenmediği müddetçe, gerginliğinin de geçmesi mümkün olmayacaktır.


GELİR DAĞILIMINDAKİ DENGESİZLİK


Gelir dağılımındaki adaletsizlik, Türk insanını gergin yapan, sinirlendiren konuların başında geliyor. İş yerindeki adaletsizlikler, adam kayırma, rüşvet, özlük haklarının verilmemesi gibi konuları sürekli kafasına takan, bu haklarının savunulmadığını gören Türk insanı, doğal olarak geriliyor. Kafasında sürekli bu yıl ne ZAM alacağım, faturaları nasıl ödeyeceğim, aynı işi yapıyoruz İsmet niye benim iki katım maaş alıyor, Ali resmen torpille girdi işe gibi, aklında 40 tane soru olan Türk insanı, enerjisinin büyük bir kısmını bu kısır döngü içerisinde tüketiyor. Adaletli bir gelir dağılımını yakalayamadıkça, bu sinirin geçmesi de zor görünüyor.


DİNLEMEMEK


Ne bir insanı DİNLEMEYE tahammülümüz var, ne de anlamaya. Birisi konuşurken hemen lafını kesiyoruz. Anlatmak istediğini ağzına tıkayıp, onu saygısızca susturuyoruz. Konuşamayan ve derdini anlatamayan Türk insanı, doğal olarak geriliyor ve tepki göstermeye başlıyor. Bir konuyu karşı tarafa izah edemediğiniz zaman, kendinizi nasıl hissediyorsunuz bir düşünün ...


KIYASLANMA


Aile içinde, iş yerinde, çevrenizde, başka insanların hayatları ve kişilikleri ile ilgili, sürekli bir KIYASLANMA ve YARIŞ içinde buluyorsunuz kendinizi. ''Fatma'nın oğlu şu okulu bitirdi, sen hala bitiremedin''. '' Necdet şu arabayı aldı, biz bu külüstürle dolaşmaya devam ediyoruz'' gibi, bitmek bilmeyen kıyaslamalar insanları çileden çıkartıyor.


ŞEHİR İÇİ ARAÇLAR


İşe gidiş gelişlerde, hafta sonu tatillerinde vaktinin yarısından çoğunu yolda geçiren ve bu yolculuklarda, "HUZUR" bulamayan Türk insanı çıldırmasın da kim çıldırsın ? Trafiğin kitlendiği ve kazaların peş peşe gerçekleştiği, büyük şehirlerdeki gerginliğin önemli sebeplerinden birisi, çoğunlukla vatandaşın kullanmak zorunda olduğu toplu taşım araçlarından kaynaklanıyor. Kural tanımayan kabadayı şoförler. Magandalık yapan sürücüler. Sinirli ve saygısız yolcular...


GELECEK KAYGISI


Hiç bir şeyin garantisi olmayan ülkemizde, her gün uyandığınızda farklı bir OLAY veya kararla karşılaşıyorsunuz. Mesela sebepsiz yere işinize son veriliyor ve kendinizi kapının önünde buluyorsunuz. Arabanıza birisi çarpıyor ve kaçıyor. Yolda yürürken kafanıza tabela düşebiliyor veya belediye çukuruna uçabiliyorsunuz. Bütün bunlar başınıza gelirken, hakkınızı aramak adına müracad edeceğiniz bütün merciler felç olmuş durumda.O yüzden hiç bir şey yapamıyorsunuz.Yani gelecek şöyle dursun, yarının ne olacağı meçhul bir ülke de yaşamak, Türk insanını KAYGI ve MUTSUZLUĞA sürüklüyor .


DÜŞÜK MAAŞLAR


İstediği gibi yaşayamama, yoksulluk sınırı ile açlık sınırı arasında gidip gelen hayatlar Türk insanını gerdikçe geriyor. Bazı kurumlarda ki dudak uçuklatan maaşların yanında, ay sonunu görme, iki yakasını bir araya getirme, kredi kartının sürekli asgari tutarını ödeyebilme, taksitlere boğulma gibi sorunlarla mücadele eden bir insandan pozitif olmasını beklemek hata olur. İşe göre düşük ücret, taşeronluk, işsizlik, gibi birçok maddi sebep, Türk insanını haliyle sinirli bir yapıya sokuyor.


CİNSEL HAYAT


Dünya sağlık örgütünün yaptığı bir araştırma, ülkemizin bu konuda da sınıfta kaldığını gösteriyor. Cinselliğe bu kadar çok kafa yorup da, bu kadar az cinsel hayatı olan başka bir ülke, henüz tespit edilememiş. Her fırsatta "Seksi düşünüp,Seks konuşan'' Türk insanı, haliyle düşüncelerini eyleme dökemediği için, patlamaya hazır bir bomba misali etrafa saldırmaya başlıyor.


ATAERKİL SİSTEM


ERKEK ve KADIN arasındaki keskin ayrım, erkekliğin bu kadar öne çıkarılması, kadının ikinci plana itilmesi, haliyle olayları ŞİDDET boyutuna taşıyor. Kadın eli değmiş bir toplumun bu kadar sinirli olması, mümkün değildir. Ama Türkiye'de kadınlar elinin hamuruyla erkek işine karıştırılmadığı için, kan gövdeyi götürmektedir.Mini etek giyen bir kadına, başka bir kadının saldırdığını gördünüz mü hiç ? Yada trafikte yol vermedi diye silahını çekip başka birisini öldüren kadınları...İşte bu yüzündendir ki, insanlar patır patır ölmektedir.


SİYASET VE POLİTİKA


İzlenen siyaset, üretilen yanlış politikalar,Türk insanının yay gibi gerilmesine sebep oluyor. Üstüne üstlük, herkes her şeyi doğru bildiğini iddia ederek,yanlış bilenler ile doğru bilenler arasında kavga hiç eksik olmuyor. Bir de buna bilinçli politik kutuplaştırma eklenince, herkes birbirini boğazlayacak noktaya geliyor. Politikanın bu kadar DİN üzerinde, MEZHEP üzerinde, SOY sop üzerinde yürütülmesi, mozaik olduğu iddia edilen ülkemizde, SİNİR katsayısının artmasına sebep oluyor.


RUHSAL BOZUKLUKLAR


Psikolojik rahatsızlıkların tamamının "DELİLİK" olarak görüldüğü, psikiyatra gitmekle, deli olmanın eş tutulduğu Türkiye'de, sinirli olduğu için birinin doktora görünmesi büyük cesaret işi. Hal böyle olunca ufak müdahalelerle çözülebilecek sorunlar çığ gibi büyüyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Sinirlilik bir rahatsızlık olarak görülmüyor. Oysa ki sebepten sonuca varıncaya kadar, 'SİNİRLİLİK'' başlı başına ele alınması gereken, PSİKOLOJİK bir rahatsızlıktır.


ACELECİ VE SABIRSIZ OLMAK


Marketin veya bir mağazanın kasa kuyruğunda beklerken, vapur iskeleye yanaşırken, otobüse inip binerken, daha bir çok yerde insanların ne kadar SABIRSIZ davrandıklarını görürsünüz. Türk insanı yavaş yaşamasını bilmiyor, her zaman bir acelesi var, bu acelenin önüne bir engel çıktığında da haliyle sinirleniyor. Onun için önümüzde yavaş yürüyen amcalara, merdivende duran insanlara, trafik sıkışıklığına deli oluyoruz, sinirleniyoruz. Sabırlı olmayı bilmek bir ERDEMDİR, ne yazık ki bizler ona henüz erişemedik.


SEVGİ VE ÖZ GÜVEN EKSİKLİĞİ


Çocukluğundan itibaren, baskılarla ve kalıplarla büyüyen Türk insanı, ne özgürlüğünü doyasıya yaşayabiliyor, ne de SEVGİNİN kutsallığını anlayabiliyor. ''El alem ne der ? '' ''Konu komşu ne söyler ?'' diyerek yıllar geçiyor ve ortaya SEVGİ açlığı çeken, ÖZ GÜVENİ EKSİK sinirli bireyler çıkıyor.


BULAŞICI GERGİNLİK


Nasıl ki mutluluk hali bulaşıcı ise, Türkiye'de ki SİNİRLİLİK hali de, bir VİRÜS gibi diğer insanlara hızlı bir şekilde yayılıyor. Buna bağlı olarak mutsuz ve gergin olan Türk insanı, bu döngü içinde ülkeyle birlikte batağa saplanıyor...


Bu kötü tablodan kurtulabilir miyiz,tabi ki kurtuluruz. İşe önce kendinizi EĞİTMEKLE başlayabilirsiniz. KİTAP okuyarak, UFKUNUZU açarak, FARKINDALIĞINIZI artırarak, EMPATİ olgunuzu yükselterek ve zamanla DEĞİŞİP, olumlu yönde DÖNÜŞEREK bu engelleri aşabiliriz...




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

20 Temmuz 2017 Perşembe

GELECEĞİMİZİ ÇALAN GEÇMİŞİMİZ ...!







Doğduğumuz günden bu güne dek, sayısız deneyimler yaşadık ve yaşamaya da devam edeceğiz. Geçmiş deki bazı olaylar fena halde sarstı bizi, bazıları ise mutluluktan uçurdu. Fakat ne yazık ki bizler, inatla geçmişte yaşadığımız kötü olaylara takılı kalıp, önümüzde ki güzellikleri göremez hale gedik .Adım atmak istiyoruz, fakat geçmişimiz boynumuza bir kement takıp, bizi her daim geriye çekiyor.


 “Geçmişte yaşadığım olayları unutamıyorum .En mutlu olduğum zamanlarda aklıma geçmişim geliyor ve keyfim kaçıyor, olanları affedemiyorum”


Bu cümleyi, bazı insanların çok sık telaffuz ettiğini görüyoruz.Geçmişe takılı kalmak, RUH halimizde ve hayatımızda, bakın nasıl olumsuz etkiler yaratıyor.


Her şeyden önce, TAKINTILI bir insan haline dönüşüyorsunuz. Uykusuz geceler artmaya başlıyor. Odaklanma sorunu yaşıyorsunuz. ''AN''ların tadını çıkaramaz hale geliyorsunuz.Günlük işlevselliğiniz bozuluyor. Enerjiniz düşmeye başlıyor. Kendinizi Yorgun ve bitkin hissediyorsunuz. Hiç olmadık bir anda, kendinizi ağlarken buluyorsunuz. Hak etmeyen kişilere, kızmaya ve bağırmaya başlıyorsunuz. Yaşadığınız kötü olayları sürekli hatırlamak, sizi öfkeli, kinci, suçlu, pişman ve üzüntülü olmak gibi, pek çok olumsuz duygu batağına sürüklemeye başlıyor. Yani duygu durumunuz sekteye uğruyor.


Bunlar yetmiyormuş gibi, yeni tanıdığınız insanları da, geçmiş de yaşadığınız kötü olaylar ve kişilerle kıyaslamaya başlıyorsunuz. Yani onları KURBAN olarak görüyorsunuz !!! Oysaki o insanların, sizin geçmişinizle ilgili hiç bir bağlantısı yok. Bu durumda onları yargılamaya veya suçlamaya da hakkınız yok .


Öncesinde ne yaşarsak yaşayalım, elbette her şeyi hemen silmek ve unutmak kolay değildir. Ama şunu kabul etmek gerekir ki, hayatımızın her anında karşılaşacağımız, iyi veya kötü sürprizler mutlaka olacaktır. Bence burada önemli olan, olayları nasıl algıladığımızdır.


Geçmişe dönüp, olaylara müdahale etmek mümkün olmadığı için, yaşananları o zamanın şartları, yani yaşımız, tecrübesizliğimiz,bakış açımız ve imkanlarımız doğrultusunda göz önünde bulundurarak, değerlendirmemiz ve olanları kabul etmemiz gerekiyor. Bu kabul ediş, onaylamak anlamında değil elbet. Hatalarımızı görüp düzeltmek, daha olgunlaştığımızı kabul etmek, aldığımız kararların sorumluluğunu taşımak ve hayatla barışmak anlamında. Ayrıca olabilecek olaylara karşı, daha GÜÇLÜ durabilmek adına ...


Her şeyi kontrol etmemiz mümkün değil. O zaman kontrol edemediğimiz şeyler için dövünmek ve üzülmek niye ?


Geçmişten günümüze, yapılan tüm icatlara bakacak olursak, ilk yapılanların ne kadar eksik ve kullanışsız olduğunu görürüz. Fakat sonrasında, tecrübe ve birikimlere dayanarak, ürünlerin geliştirildiğine ve daha da sağlamlaştırıldığına tanık oluyoruz.


İşte bizler de, yaşadıklarımız ve tecrübelerimiz doğrultusunda GÜÇLENEREK,GELİŞEREK yolumuza devam ediyoruz. Her ne sebeple olursa olsun, başımızı geriye çevirdiğimiz an, ya ayağımız bir taşa takılıp tökezliyoruz, ya da boynumuz tutuluyor, önümüzü göremiyoruz ...


Yazımı, değerli üstad CEMAL SÜREYA'nın, güzel ve anlamlı bir sözüyle bitirmek istiyorum. ''UĞRAŞAMAM, NE DÜNÜMLE NE DE DÜNÜMDEKİLERLE ! BEN YARINA BAKARIM ,BENİMLE OLAN VE YANIMDAKİLERLE''




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

24 Haziran 2017 Cumartesi


''ADALETİN'' yerini bulduğu,' 'SEVGİNİN'' hüküm sürdüğü,''MUTLULUĞUN'' daim olduğu, ''UMUTLARIN'' çoğalarak yeşerdiği ve ''BAYRAMLARIN'' bayram gibi kutlandığı, daha nice ''AYDINLIK'' yarınlara kavuşmak dileği ile ...Herkese ''ŞEKER'' tadında günler diliyorum ...









SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(Her Hakkı Saklıdır)

3 Haziran 2017 Cumartesi

“YAĞMURU'' sevdiğini söylüyorsun, ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun ...! ''GÜNEŞİ'' sevdiğini söylüyorsun, ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun ...! ''RÜZGARI'' sevdiğini söylüyorsun, rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun ...! İşte bundan korkuyorum sevgilim, çünkü beni de ''SEVDİĞİNİ'' söylüyorsun ...!








WİLLİAM SHAKESPEARE
*****

29 Mayıs 2017 Pazartesi

BİR ''SICAK'', BİR ''SOĞUK'',BİR ''UZAK'',BİR ''YAKIN'' ...!








İnsan ilişkileri söz konusu olunca, çoğu insanın muzdarip olduğu, bir SORUN olarak karşımıza çıkıyor, bir SICAK bir SOĞUK, bir YAKIN bir UZAK davranışlar ...


Eminim ki hepimiz, bu tür davranışlarla, sıkça karşılaşıyoruz dur. Fakat sebeplerini bir türlü çözemiyoruz. Ne olduğunu bilemediğimiz bir davranışa mağruz kalmak, oldukça can sıkıcı bir durum. Bazen bir dostunuz, bazen sevgiliniz, hatta hayatı paylaştığınız eşinizden görürsünüz bu tür davranışları.Kendinizi onun yerine koymaya çalışırsınız, ama ne kadar uğraşsanız da anlayamazsınız.


Neden hiç bir şey söylenmez de, TAVIR alınır ? Neden KONUŞMAK varken susulur ? Niçin düşünceler ortaya konmaz da, soru işaretleriyle her şey çıkmaza sokulur ? 



Tavır almak, aslında kişinin kendi RUH HALİNİ de BOZUYOR ! 



Bazen günlerce aranmaz sevilenler, Bazen konuşulmaz sebepsiz yere, bazen surat asılır, yani bir çeşit boykot vardır. Ama işin garip tarafı da, karşıdaki insan bunun sebebini bilmez. Çünkü bilinmeyen bir sessizlik hüküm sürmektedir.Sorulduğunda ise, "yoo yok bir şey" denir, bir de eklenir "niye ki ?". Öteki bu davranış karşısında, tamda bu noktada bir kırılma yaşar.



Olumsuz duyguları içinde barındıranlar, her zaman karşı taraf için olumsuz düşünmeseler de, fakat huy edinmişlerdir çoğu durumu, bir türlü kurtulamazlar. Kendilerini de herkesten daha çok yıpratırlar. Tüm olumsuz duygularımızı içimizde beslemek aslında bizim kafamızı sürekli meşgul eden bir durumdur. Bu yüzden de herkesten çok, biz zarar görürüz. 



Asılan suratlar, sebepsiz uzaklaşmalar, kırılan kalpler, bütüne bakıldığında gereksiz STRES unsurlarıdır. Hayatı kolaylaştırmak ya da zorlaştırmak bizim elimizde. Bu olumsuzlukları yenebilmek de, sanırım paylaşıp KONUŞMAKLA başlıyor. 



 İnsanların duygusal dünyasında, ruh halinde değişiklikler, inişler-çıkışlar olması son derece normaldir. Öfke, sevinç, üzüntü, coşku, keder, huzursuzluk ve endişe gibi duygular yaşanabilir. Ancak tuhaf olan şu ki; hiç bir şey söylenmeden ve karşı tarafa bir açıklama yapma gereği duymaksızın, umursamaz bir tavır içinde olup, SESSİZ kalınmaya devam edildiğidir. Bu durum her iki taraf içinde, kafa karışıklığına sebep olduğu gibi, aynı zamanda insanı üzen bir duygu durumudur.



KONUŞMAK gerektiği yerde susuyorsak eğer, işte esas sıkıntı orada başlıyor demektir.'' İnsanlar konuşa konuşa anlaşır'' sözü, boşuna söylenmemiş olsa gerek ...:)))




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

21 Mayıs 2017 Pazar

MESAJINIZ VAR ...!






HAYAT akması gerektiği gibi akıyor. Rüzgar sert esmesi gerekiyorsa eğer, her şeyi birbirine katarak esiyor. Yağmurun yağmasını kim durdurabilir ? Hangi güç GÜNEŞİN doğmasına engel olabilir ? Biten bir hayata veya doğan bir bebeğe kim müdahale edebilir ki ? HİÇ KİMSE ...!


Yaşantımız boyunca, bize gönderilen bir sürü MESAJLAR var, görmeyi bilirsek eğer. İşte bu yüzdendir ki, hayatımızda ki hiç bir karşılaşma da tesadüf değildir. Hiçbir HİS, DÜŞÜNCE, BAKIŞ, SEZGİ de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değildir .


Önümüze çıkan mendil satan çocuk, her sabah yürüdüğümüz yol, alışveriş yaptığımız kasap, kahve içtiğimiz ofis, su içtiğimiz büfe, durduğumuz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, adres sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan. Bize gülümseyen küçük kız, önümüzden aniden uçuveren kuş…


Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile, herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal ya da duygusal bir olayın tetikleyicisi olabiliyor. Küçük ya da büyük…


Bazen hiç hesapta olmayan durumların içinde buluyoruz kendimizi. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşıyoruz. Mesela Yakın birisinin çirkin tavırlarını görüyoruz. Veya hiç tanımadığımız bir yabancının bize uzanan dost elini. Bir çığlığı, bir satıcının bağırışı, bizi aniden kendimize getiriyor.


Zor anlarınızı düşünün. Her sıkıntının sonunda feraha çıkmadınız mı? Gözyaşı dökerken, bir dostunuz aniden çıka gelmedi mi ? İşsiz kaldığınızda, hiç olmadık bir yerden iş teklifi almadınız mı ? Zihnimizi zorlarsak eğer, parçaları birleştirmek hiç de zor değil.


Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir aslında her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz, eşimiz, çocuğumuz vs. her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.


Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza farklı pencereden bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu, ne için yaşadığımızı kavrarız.


Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar, ya da o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar, aynı travma yaratan olayları tekrar tekrar yaşamaya devam ederiz.


Bazen, bazı insanların hayatına, yalnızca itici bir güç olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek FARKINDALIK içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan, önümüzdeki hedeflere odaklanırız.


Her karşılaşma KUTSALDIR. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, emin olun ki bir çok şeyi daha net görebiliriz.


Örneğin bir insan sürekli DEDİKODU yapıyor. Etrafında ki insanlara İFTİRA atarak karalamaya çalışıyor. Fakat yakın arkadaşları bu durumu bir türlü göremiyor. Tam bu noktada, bir olay meydana geliyor. Hiç üstünde durulmayacak basit bir konu yüzünden, dedikoducu olan kişi saldırgan tavrıyla, yakın bir arkadaşına anlamsızca bağırmaya başlıyor. Bu durum karşısında bağırdığı kişi ve diğer arkadaşları, şaşkınlık içinde kalıyor. Derken bu küçük olay sayesinde, o kişinin attığı iftiralar ve çirkin söylemleri ortaya çıkıyor. Olay bir anda faciaya dönüşüyor. Olayın bu şekilde gelişmesi, diğer arkadaşlarının da gözünü açıyor ve bu kişiden uzaklaşma kararı alıyorlar. Çünkü bu durum sayesinde, o kişinin gerçek ve ÇİRKİN yüzünü görüyorlar.


Bu durumdan o kişinin alması gereken mesaj ise, insanlar hakkında kötü konuşmak ve İFTİRA atmak, söyleyen kişiyi olumsuz etkilediği için, saldırganlaşmasına ve içindeki öfkeyi yerli yersiz kusmasına sebep olmaktadır. Bu durumun gerçekleşmesi, kendisine öğretmen olmuştur. Eğer payına düşeni alabilirse ! Ama alamadığı takdirde, aynı döngüyü tekrar tekrar yaşayacaktır ...


Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmaşık olan durumu çözüp, iç huzura, mutluluğa, ideal ilişkimize ve ruhsal eşimize kavuşuruz.


Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onların belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim olduğumuzu ya da olmak istediğimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüreğimizin derinliklerinde hissederiz.


Bu insanların kim olacağını asla önceden kestiremezsiniz. Belki oda arkadaşınız, komşunuz, profesörünüz, uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınız, sevgiliniz ya da belki de sadece göz göze geldiğiniz bir yabancı…


Her kim olursa olsun, o anda hayatınızın bir biçimde etkileneceğini bilirsiniz. Bazen de hayatınızda öyle olaylar yaşarsınız ki, o anda bu olaylar size korkunç, acı dolu, haksız gibi görünebilir.


Ancak fırtına dindikten sonra, bütün bu olayların üstesinden gelememiş olsaydınız, potansiyelinizin, gücünüzün, azminizin ve yürekliliğinizin asla farkına varamayacaktınız .


Her olayın bir gerçekleşme nedeni vardır. Hiçbir şey tesadüfen, kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez. Hastalık, yaralanma ve deneyimsizlikler, ruhumuzun sınırlarını test eden olaylardır.


İster olaylar, ister hastalıklar, ister ilişkiler olsun, bu küçük testler olmasaydı hayat hiçbir yere varmayan düz ve sıkıcı bir yol gibi uzayıp giderdi. Güvenli ve rahat, ancak boş ve amaçsız…


Yaşamınızı, başarılarınızı ve düşüşlerinizi etkileyen insanlar, kimliğinizi yaratan insanlardır. Kötü deneyimler bile birilerinden öğrenilebilir. Bu dersler en zor, ancak büyük bir ihtimalle en önemli olanlardır.


Eğer biri sizi kırar, ihanet eder ya da üzerse, size güveni ve kalbinizi açtığınız birine karşı dikkatli olmayı öğrettikleri içindir.


Eğer biri sizi seviyorsa, siz de bunun karşılığında onu KOŞULSUZ sevin. Sadece onlar sizi sevdiği için değil, size sevmeyi ve onlar olmadan göremeyeceğiniz ya da hissedemeyeceğiniz şeylere kalbinizi ve gözlerinizi açmanızı öğrettikleri içindir.


Hayatınızda ki tüm GÜZELLİKLERİN kalıcı olması dileğiyle, herkese MUTLU yarınlar diliyorum ...




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

19 Mayıs 2017 Cuma


MUSTAFA KEMAL GELİYOR ...






Yorgundu MİLLET, yorgundu ÜLKE,
Düşmüştü tüm yüzler her yere ...


Kırık umutlar, ağlayan yürekler,
Hainler sızmıştı, vatanın dört bir yanına ...



Bir ses geldi SAMSUN'dan,
Bir gemi yanaştı limana ...



Kar gibi bembeyazdı rengi,
Bir ışık süzüldü aniden,
Mavi gözlü dev adam indi gemiden ...



Kuşlar bile selama durdu,
MUSTAFA KEMAL'di o görünen ...



Kara bulutlar dağıldı, umutlar yeşerdi,
Kanlı akan göz yaşları, artık dindi ...



Korkun ey HAİNLER !
MUSTAFA KEMAL geliyor,
Varlığına minnettar, MİLYONLAR ilerliyor ...





SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

14 Mayıs 2017 Pazar

Bir ANNE bir evlat doğurur, doğduğu güne LANET edersiniz ...! Bir ANNE bir ''YİĞİT'' doğurur, asırlar geçse de ÖZLERSİNİZ ... !


Ulu önderimiz MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü, bize ve tüm dünyaya kazandırdığı için,değerli ZÜBEYDE hanıma sonsuz şükranlarımı sunuyor, kendisini ve bu dünyadan göçen ANNELERİMİZİ  rahmetle anıyorum. Atamıza ve annesine uzanan dillerin, tez zamanda cezasını bulması dileğimle, ANNE olan olmayan,tüm  KADINLARIMIZIN bu özel gününü yürekten kutluyor, bugünün sadece bir gün değil,bir ömür boyu olmasını temenni ediyorum ...






SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(Her Hakkı Saklıdır)

13 Nisan 2017 Perşembe

    SÜVARİ KAHVESİ, TARZ-I HUSUSİ ...




    Türk kahvesini sevmeyen var mıdır ? 


    Kendi adıma konuşacak olursam eğer, bol köpüklü ve orta şekerli bir TÜRK KAHVESİ, olmazsa olmazlarım dan :))) ...

    Fakat benim size esas anlatmak istediğim, ''Süvari kahvesi'' ya da bir diğer adıyla ''Tarz-ı Hususi'' olarak bilinen, kısaca Tarsusi denilen Türk kahvesinin, kısa farklı sunuş hikayesi ...


    Egedeki efeler, nargilenin yanında mutlaka sade süvari kahvesi, yani ''Tarsusi'' kahvesi içerlermiş.Tütün ve kahve ayrı bir keyif verdiği için ve nargile 2-3 saat gibi uzun sürede içildiğinden, fincanda gelen kahve çabuk bitermiş.Bundan dolayı bardakta ve Efenin nargile keyfinin son deminde getirilirmiş. Osmanlı zamanında böyle bir sunum olduğu ve bu sunuma da, ‘’Tarz-ı hususi’’ ismi verildiği söylenmektedir. TARZ-I HUSUSİ demek, kişiye özel anlamına gelmektedir.


    Kahve, sunum tarzıyla dikkat çekiyor. Ege taraflarında daha çok "süvari", Akdeniz civarında ise "Tarz-ı Hususi" veyahut bunun kısaltması olan "tarsusi" olarak biliniyor. Bu kahvenin özelliği, kahvenin klasik porselen kahve fincanı yerine, çay bardağın da servis edilmesi.


    Süvari kahvesinin pişirilmesi ise,esasında klasik Türk kahvesinden farklı değil. Sadece, genellikle sade yani şekersiz olarak hazırlanıyor. Ayrıca, Süvari'de normal Türk kahvesine kıyasla, çok daha az köpük oluyor.


    Ben denedim ve çok sevdim, size de tavsiye ediyorum. Şimdiden tüm kahve sevenlere AFİYET OLSUN :)))



    SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
    *****
    (5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

24 Mart 2017 Cuma

SESLERİN FREKANSI ...







Duyduğumuz bazı SESLERİN, bizi neden rahatlattığını veya niçin rahatsız ettiğini araştırdım. Çıkan sonuçlar oldukça ilgimi çekti. Sizlerle paylaşmak istiyorum :)))


Kainatta duyduğumuz ve gördüğümüz her şeyin bir FREKANSI var. Hatta vücudumuzda ki tüm organların dahi. Ses bilimciler, yapmış oldukları araştırma sonucun da, insanları dinlendiren ve rahatlatan ses dalgalarının, 432 HERTZ boyutunda olduğunu tespit etmiş.
                                           

Bu boyutta olan sesler ise, KUŞ sesleri, YAĞMURUN sesi, RÜZGAR sesi, SU sesi, BÖCEKLERİN çıkardığı sesler, ŞELALE sesi, kısaca DOĞADA yükselen tüm sesler insanlar üzerinde POZİTİF etki yaratıyor. Ayrıca KLASİK MÜZİK de, tabiatta huzur veren seslerle aynı boyutta olduğu için, hepsi 432 HERTZ olarak değerlendiriliyor. Yani tedavi edici, kişiyi geliştirici, üretimi artıran ve MUTLU olmamızı sağlayan ses dalgaları kapsamında.


Bir de 440 HERTZ boyutunda ki sesler var ki, bizi huzursuz edip MUTSUZ olmamıza sebep olan ses dalgaları. Bunlara örnek vermek gerekirse, b
ebeklerin ağlama sesi, acıyla atılan çığlıklar, kavga anında ki yüksek ses tonu, kırılma sesleri, çarpma anında yayılan ses dalgası, KORNA sesi, DİJİTAL MÜZİK ve HEAVY METAL gibi kışkırtıcı müzik türleri ...


Yapılan tüm araştırmalar, 440 HERTZ'in insanların kalp ve kuyruk sokumu arasındaki enerji merkezleriyle uyumsuz olduğunu gösteriyor.Teorik olarak, titreşimler egoları ve sol beyni tetikliyor. Ancak sağ beyne özgü duygusal ve sevgisel zihni baskılıyor ve yaratıcılığı köreltiyor. 3.Göz denen çakranın kapanmasıyla da, insanoğlu farkındalığını hiçbir alanda kullanamaz hale geliyor. 



Günlük hayatımızda, bizleri rahatsız eden, o kadar ÇİRKİN sesler var ki, kumanda aletinin tek bir tuşuna basarak, hepsinin seslerini sonsuza dek kesmek istiyoruz ...! 



Bu durumda, RUHUMUZUN okşanmaya ihtiyacı var...


                                                                                                                                                            Peki, bize HUZUR veren müzikler nasıl olmalı ? Ritimleri ve ezgileri yoluyla bireyin psikolojisi üzerinde sakinleştirici, yatıştırıcı etki yaratarak, dinlenmesini olanaklı kılan müzik türleri hangileridir? 


Bu müzikler çoğunlukla ENSTRÜMANTAL ve KLASİK tarz içermektedir. Çoğu zaman yalnız, uykudan önce ya da uyku sırasında, sakin ortamlarda dinlemeye elverişlidir. Rahatlama ya da rahatlatıcı müzik olarak da adlandırılan dinlendirici müzikler, bireyin kasları üzerinde ''GEVŞEME'' etkisi yaratarak, kişinin psikolojisi üzerinde gerginliğin azaldığı hissini yaratmaktadır.


Ses uzmanlarının önerisi, genellikle sözsüz MÜZİK dinlenilmesinden yana. KLASİK MÜZİK de önerilen eserlerden bazıları, şöyle sıralanıyor ; ,BEETHOVEN - Moonlight Sonatı. WOLFGANG AMADEUS MOZART - Piano konçertosu. VİVALDİ- dört mevsim gibi değerli eserler listenin başında yer alıyor. Dünyada, dinlendirici sesler olarak nitelendirilen isimler ise, STİNG , EMMA SHAPPLİN, CELİNE DİON, ELTON JOHN gibi ünlü isimler bulunmakta. 



Hayatınıza HUZUR veren seslerin, hiç susmaması dileği ile ...





SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

8 Mart 2017 Çarşamba

NEDEN ''8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ''  ?





Öncelikle, DÜNYA KADINLAR GÜNÜ etkinliğine katılmak üzere Bursa'dan yola çıkan, fakat geçirdikleri trafik kazası sonucu hayatlarını kaybeden, Türk Metal Sendikası üyelerinden,7 kadın emekçiyi, acıyla uğurluyoruz ...
*
Bu günün anlamını ifade etmek gerekirse, 8 Mart 1857'de, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) New York kentinde, dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi daha iyi koşullarda çalışmak istedikleri için, GREVE başlarlar. Ancak polis işçilere saldırır. Bunun ardından fabrikaya kitlenen işçiler, fabrikada çıkan yangından kurtulmaya çalışır,fakat fabrika önünde kurulan barikatlar kaçmalarına engel olur. Tam 123 KADIN İŞÇİ, kaçma mücadelesi verirken, feci şekilde yanarak hayatlarını kaybederler. Bu olayda ölen kadınların cenazesine, yüz binlerce insan akın eder.
*
Aradan yıllar geçer ve II. Enternayonal kongreleri kapsamında 1910 yılında Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin liderlerinden Clara Zetkin, tekstil fabrikasında yaşamını yitiren kadın işçilerin anısına, 8 Mart'ın ''DÜNYA KADINLAR GÜNÜ'' olarak anılması önerisinde bulunur ve bu öneri konferansta, oy birliği ile kabul edilir.
*
Ülkemiz de, kadınlar adına mücadele veren MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, Meşrutiyet döneminin bütün düşünce akımlarını ilgiyle izlemiş ve Ülkesinin sorunlarını yakından takip ederek,bunlar üzerin­de çalışmalar yapmıştır. Türk kadınını “ikinci sınıf” insan durumundan kurtarmanın zorunlu olduğuna karar vererek, 3 Şubat 1923'te İzmir'de yapmış olduğu bir konuşmada,kadınlar için şunları söylemiştir.
*
"Kadınlarımız bundan sonra, haremlere kapatılmayacak, gizlenmeyecek, yüzlerini örtmeyeceklerdir. Çünkü bu tüm ülkenin daha çok acılar çekmesine neden olacaktır. Türk kadınları ulusal bağımsızlığımız için, savaş boyunca cesaretle dövüşmüşlerdir. Bugün onlar özgür olmalı, eğitim olanaklarından yararlanmalı, erkeklerimizle eşit bir düzeye çıkarılmalıdırlar. Kadınlarımızın yeri ayaklarımızın dibi değil, başımızın üstüdür''
*
Ve 29 Ekim 1923 de, Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle beraber, KADINLAR için hazırlanmış olan, yasal ve yapısal reformlar hız kazanarak, süratli bir şekilde hayata geçirilmiştir. Çıkartılan bu kanunlarla birlikte, dünyada bir ilke imza atmanın yanı sıra, yasalar tüm ülkelere de örnek teşkil etmiştir.
*
Haklarımıza kavuşmamazı sağlayan, ulu önderimiz MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'e, sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz ...
*
Şu an ülkemizin gelmiş olduğu nokta ise, oldukça VAHİMDİR ! Her gün işlenen KADIN CİNAYETLERİ, kadın haklarına vurulan sekteler ,ÇOCUK GELİNLERİN artması, yapılan CİNSEL İSTİSMAR suçları, kız çocuklarını eğitimden uzaklaştırmak, TECAVÜZ suçunu neredeyse normalleştirerek basite indirgemek, meclisteki kadın vekillerin dahi, darp edilerek ŞİDDET görmesi, gece sokağa yalnız çıkan kadınların, saldırıya mağruz kalmaları gibi, daha bir çok GÜVENSİZLİK ve MUTSUZLUK yaratacak olaylar meydana gelmektedir. Hal böyle iken, ülkemizde ki KADINLAR nasıl HUZUR içinde olabilirler, sizlere sormak istiyorum ?
*
Bu günün, bir FARKINDALIK günü olduğunu hatırlatarak ,tüm DÜNYA KADINLARINI sevgiyle kucaklıyorum ...
*
SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

22 Şubat 2017 Çarşamba

İÇİMİZDE Kİ ''HAYVAN SEVGİSİ''






Doğanın vazgeçilmez nadide parçaları,evlerin neşesi sadık dostlarımız, KEDİLER ve KÖPEKLER ...



Bir çoğumuzun evinde, bu sevimli dostlar dan, en az bir tanesine rastlamamız mümkündür. Ben de geçmiş yıllar da, şirin olan dostlarımızın bir kaç tanesini, evimde misafir etmiştim. Fakat daha sonra, bu dünyadan göçtükleri vakit, bizler için ciddi bir üzüntü kaynağı oluyorlar. Onların sevgisi ve sıcaklığı, tartışmasız çok güzel bir duygu ...


Fakat buz dağının, bir de görünmeyen tarafı var. Geçen gün yolda yürürken, hiç de hoş olmayan, çirkin sahnelere tanık oldum. Yaşadığım bu olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.


Cins bir köpek olan, Alman kurdunun tasması, sahibi tarafından çıkartılıyor ve hayvan dolaşması için kaldırımda serbest bırakılıyor. Köpek o sırada özgürlüğün tadını çıkartarak, sağa sola zıplamaya başlıyor. Az sonra hayvan, babasının elinden tutmuş kaldırımda yürümekte olan, 6 yaşlarında ki bir kız çocuğunun üstüne atlıyor.Korkudan ne yapacağını şaşıran çocuk, ağlamaya başlıyor. Köpeğin sahibi ise ısrarlı bir şekilde '' Bir şey yapmaz, o bir şey yapmaz'' diye bağırıyor. Tabi ki orada kıyamet kopuyor. Çocuğun babası sinirlenerek, ''Sen bu hayvanı, tasmasız kaldırımda nasıl dolaştırırsın be adam'' diye adama çıkışıyor.Fakat adam suçlu olduğu halde, telaşlı olan babaya, tekme tokat girişiyor...


Lütfen bunu yapmayın !


Hayvan besleyebilirsiniz, buna hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Ama her işin bir kuralı olduğu gibi, bu işinde bir raconu var. Sırf sizin keyfiniz yerine gelsin diye, diğer insanları mağdur etmeye hakkınız yok. Özellikle de, insanların en yoğun olduğu bölgelerde. KÖPEK KORKUSU olan var olmayan var, seven var sevmeyen var. Herkese saygı göstermek zorundasınız. Ayrıca dikkat ediyorum, özellikle KÖPEK besleyen kişiler, ''Bir şey yapmaz'' cümlesini çok sık kullanıyorlar. Arkadaşlar hayvan bu, ne yapacağını bilemezsiniz. Onunla karşılıklı bir anlaşmamı imzaladınız ? Bir şey yapmaz denilen bir köpek, yakın arkadaşıma saldırarak, hastanelik olmasına sebep oldu. Bununla ilgili daha bir çok vaka bulunmakta.


Sokaklar hayvan pisliğinden geçilmiyor. Eğer hayvan besliyorsanız, elinize eldiven takıp, yanınıza poşet alarak, hayvanın pisliğini yerden temizlemek zorundasınız. Hangi cins olursa olsun, köpeğinizin tasmasını asla bırakmamalısınız. Onu gezmeye götürürken, köpekler için özel tasarlanmış olan, ağızlıklar dan takmalısınız. Ayrıca Hayvanları eve götürüp, daha sonra bakamıyorum diyerek, o hayvanı ne üzmeye ne de sokağa salı vermeye hakkınız yok ! Sokaklarda sahipsiz ve cins olan, o kadar çok kedi köpek var ki , sizce bu hangi VİCDANA sığıyor, onlara yazık değil mi ?


Kaldırımlar ve ağaç dipleri, yemek artıklarıyla dolu. Buna bağlı olarak, hem görüntü kirliliği oluşuyor,hem de pis kokular etrafa yayılıyor. Hayvan sevgisini, lütfen ÇEVRE KİRLİLİĞİNE dönüştürmeyelim. Belediye de görev yapan bir yönetici, serzenişlerini şu şekilde dile getiriyor. ''Bu konuyla ilgili, vatandaşlar dan çok şikayet alıyoruz.Bizler sokak hayvanlarını, barınaklara götürmek üzere topladığımız esnada, ne yazık ki hayvan severlerin, inanılmaz tepkisiyle karşılaşıyoruz. Çoğu üzerimize yürüyerek, hakaretler yağdırıyor'' diyor. Gerçek bir hayvan severseniz eğer, o hayvanların sokaklar da REZİL olmasını değil, barınaklar da yer edinmesini sağlayabilirsiniz.Görmek istediğiniz zaman da, ihtiyaçlarını karşılayarak, bulundukları yerlere gidip, onlarla güzel bir gün geçirebilirsiniz.



İNSAN olmak, duyarlı ve özenli olmayı gerektirir ! Çevreyi,Hayvanları ve Doğayı severken,hiç kimsenin hak ve özgürlüklerine TECAVÜZ etmeyelim ...!



SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)

21 Şubat 2017 Salı

Özleyeceksin !
Kızıyordu,
Kıskanıyordu,
Küsüyordu,
Çok soru soruyordu,...
Ama BENİ SEVİYORDU diyeceksin ...! 




NAZIM HİKMET RAN
*****

14 Şubat 2017 Salı

Bu günün ''SEVGİLİLER GÜNÜ'' olmasından ziyade, SEVMEYİ unutmuş, YÜREĞİ burkulmuş, DUYGULARI darma dağın olmuş küskünlere, SEVGİ adına ufak bir hatırlatma olduğunu düşünerek, herkesin bu özel gününü yürekten kutluyor, AŞK ve SEVGİ gibi kutsal olan bu güzel duyguların, sadece bir gün değil, ''SONSUZA DEK'' yaşanmasını temenni ediyorum ...







SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(Her Hakkı Saklıdır)

9 Şubat 2017 Perşembe

BENCE ŞİMDİ SENDE, HERKES GİBİSİN ...






Gözlerim gözünde AŞKI seçmiyor,
Onlardan kalbime sevda geçmiyor,
Ben yordum ruhumu, biraz da sen yor,
Çünkü bence şimdi, herkes gibisin ...



Yolunu beklerken daha dün gece,
Kaçıyorum bugün senden gizlice,
Kalbime baktım da işte iyice,
Anladım ki sen de, herkes gibisin ...



Büsbütün unuttum seni eminim,
Maziye karıştı şimdi yeminim,
Kalbimde senin için, yok bile kinim,
Bence sen de şimdi, herkes gibisin ...




NAZIM HİKMET RAN
*****

23 Ocak 2017 Pazartesi

BİR ''VARMIŞ'', BİR ''YOKMUŞ'' GİBİ ...!






Denizin ortasında kalıp, kıyıya ulaşamamak gibi ! Bataklıkta çırpınıp, batmak veya batmamak gibi ! Yani, yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali !
*
Geçen gün,bir kurumda SOSYOLOG olarak görev yapan arkadaşımla sohbet ederken, son zamanlarda ortaya çıkmış olan, garip bir ilişki türünden bahsetti. ''Arkadaşlığın bir üstü, sevgililiğin bir altı'' Bu tarz yaşanan beraberliklerin, kadınları nasıl çıkmaza sürüklediğini dile getirdi. Bende onun görüşlerinden yararlanarak, bu konuya özellikle deyinmek istedim.
*
Sıkıntılı ve zor bir ilişki modeli olduğunu, öncelikle belirtmek gerekir.Genellikle, KÜLTÜRLÜ,ZEKİ ama İLİŞKİ konularında, BAŞARISIZ olan erkeklerin tercih ettiği bir ilişki türü. Bunun sebebi ise,ilişkilerinde başarı sağlayamadığı için, işi bitirememesi veya ilişkiyi bir üst seviyeye taşıyamamasından kaynaklanmaktadır.
*
Bu durum KADINI oldukça yıpratan, SEVGİ ile NEFRET duygusu arasındaki o ince çizgiye getiren,karmaşık ve de sancılı bir sürece sokmaktadır. Çünkü İlişkiler ya VARDIR ya da YOKTUR. İkisi arasında gidip gelmeler, varmış da yokmuş gibi veya yokmuş da varmış gibi bir tutum sergilemek, istikrarlı insanların yapacağı bir iş olmadığı gibi, taraflardan birinin de, RUH HALİNİN ciddi anlamda bozulmasına sebep olmaktadır.
*
ARKADAŞ olmadığınızı bilirsiniz, ama SEVGİLİ de değilsinizdir ! Ara sıra görüşürsünüz.Her istediğinizde arayamazsınız. Her istediğinizde yazamazsınız.Görüşmeniz için mutlaka bir bahane olup,aradan belli bir zamanın da geçmesi gerekmektedir.Uzun bir aradan sonra görüştüğünüzde ise, ÖZLEDİM diye boynuna sarılıp doyasıya öpemezsiniz. Sadece arkadaşça yanağınızdan öper ve bir merhaba der, ardından belinize sarılıp canım der. Ne onu kıskanabilirsiniz, ne de adam sende diyebilirsiniz.Her an kavuşacakmış, ama hiç bir zaman kavuşamayacakmış gibi ...
*
Yani ARKADAŞ desen, arkadaş değil, SEVGİLİ desen, sevgili değil ! Kısaca hem kafa karıştırıcı, hemde çok YORUCU bir ilişki türü...
*
Ayrıca bu durumun şöyle de bir özelliği vardır. Bu iki insan dışındaki hiç kimse, böyle bir durum olduğunun farkında bile değildir. Çünkü en azından taraflardan biri, bu durumu gizlemek için, çok ciddi çaba göstermektedir.
*
Uzun lafın kısası, ömür tüketen bir durumdur. Bu ilişkiyi devam ettiren kişi,kendi kaypaklığının da farkında olan kişidir. Güya karşı tarafı üzmek istememektedir. Fakat yaptığı istikrarsız tavırlarla, karşısında ki insanı nasıl bir ARAFIN içine soktuğunun da farkında değildir ...
*
Herkese, SAĞLIKLI, İSTİKRARLI, MUTLU ve HUZURLU beraberlikler diliyorum ...




SEVTAP KÜRKÇÜOĞLU
*****
(5846 sayılı FSEK tarafından saklıdır)